Biz burada bütün tarih buyunca müşriklerin müminlere karşı tutumlarını bir bir anlatacak değiliz. Zaten bu köşe de buna müsaitte değil. Sadece birkaç tarihi olaya işaret etmekle yetineceğiz. Çünkü tarihe bakıldığında müşriklerin bütün tarih boyunca takındıkları tavrın hep aynı olduğunu görürüz.
Arap yarım adasındaki durumu, meşhur siyer kitaplarında net bir şekilde görmek mümkün Mekke de İslam davetinin başladığı ilk günden Mekke nin fethine kadar olan zaman içerisinde müşriklerin bu dine ve bu dinin mensuplarına, müminlerine karşı olan tutumlarını her Müslüman az çok bilir. Onun için bu döneme hiç girmeyeceğiz. Bu konu için herhangi bir siyer kitabına göz atmak yeterlidir.
Şu da bir gerçek ki, Müslümanlar ehli kitap olan Yahudi ve Hıristiyanlarla savaştıkları kadar müşriklerle savaşmak zorunda kalmamışlardır. Ama bu hiçbir zaman müşriklerin Müslümanlara karşı takındıkları tavra ve onların Müslümanlara karşı tutumlarına aykırı düşmez. Çünkü bu ehli kitap ve müşriklerin Müslümanlara karşı ila nihaye devam ede gelen değişmez tutumlarıdır.
Bize göre İslam Hz Muhammed (SAV) in risaletiyle başlamamış ancak onunla (SAV) sadece risalet müessesesi mühürlenmiştir. Müşrikler daha önce gelen her resule ve her risalete karşı olan tutumları şirkin mutlak olarak Allah’ın dinine karşı olan tutumunu gösterir.
Müşrikler Hz Nuh’a Hz Hud’a Hz Salih’e Hz İbrahim’e Hz Şuayb’e Hz Musa ya Hz İsa ya ve onlara inananlara neler yapmadılar?.. Sonra Hz Muhammed (SAV) e ve Müslümanlara ve neler yaptılar?..
Bağdat ta Tatarlar, Endülüs de İspanyollar, batılılar, Kudüs de haçlılar, topyekûn Avrupa, Türkistan da Çinliler, Hindistan da Hindu ve Sihler, komünist Rusya sınırları için de Ruslar ve bugün Çeçenistan da yine onlar. Cezayir de Fransızlar, Afganistan da önce Ruslar, şimdi Amerikalılar, Yugoslavya da Sırplar ve Hırvatlar… İslam coğrafyasının neresine bakarsanız bakın durum aynı Çin den Amerika ya Eritre den Mora dan Miyammar’a bütün İslam dünyası küfrün hep o çirkin ama gerçek yüzüyle karşı karşıya kalmaktadır. İşte günümüzde Amerika’nın Irak ta İsrail’in Filistin de ve Lübnan da gösterdikleri çirkin yüzü bunların gerçek yüzüdür.
Şaşmaz ve değişmez kur’an ayetlerinin de ifade ettiği gibi onlar müminlerle yaptıkları sözleşmeye ve teminata asla riayet etmezler.
Putperest tatarlar Bağdat ta Müslümanlara saldırdıkları zaman tarihte eşine az rastlanan bir facia meydana gelmişti. Bu faciayı ibn-i kesir “el bidayeven’nihaye” adlı eserinde 656 yılı hadiselerini özetle şöyle anlatır.
“tatarlar şehre girdiklerinde kadın, erkek, çocuk, yaşlı, genç demeden ayakta durabilen ne kadar canlı varsa hepsini öldürdüler. (bugün İsrail’in Lübnan’da yaptığı da aynı değimliydi?) halkın birçoğu mahzenlere hayvan ağılarına ve haşhaş tarlalarına saklandılar. Buralarda günlerce hapis kaldılar. Bir gurup insan bir hana sığınıyor ve hanın kapılarını kapatıyor. Tatarlar gelip kapıları kırarak ve ya yakarak açıp içeri giriyorlar. Bunu gören zavallılar kaçışıyor ve en üst katlara doğru çıkıyorlar. Tatarlar onları yakalayıp mızraklarla kargılarla öldürüyorlar. Handan dışarıya doğru oluk oluk kan akmaya başlıyor. Mescitlerde camilerde ve ağıllarda da durum aynı ehli zimmî olan, hilafetin merkezinde, Bağdat’ta oturan orada İslam’ın, Müslümanların hükmüne son vermek üzere tatarlarla iş birliği yapan Yahudi ve Hıristiyanlardan ( onlar şehrin gizli taraflarını gösterip tanıtıyorlardı. ) ve onlara sığınanlardan Rafızî vezir ibniAlkanînin evine kapananlardan başka bir tek fert kurtulamıyorlardı birde bazı tüccarlar, mallarını, mülklerini vermek suretiyle canlarını kurtara bilmişlerdi. Bağdat bütünüyle harap edildi. Ancak parmakla sayıla bilecek birkaç insan ayakta kala bildi. Onlarda korku ve zillet içinde… Bu faciada iki milyon insan telef edildiği söyleniyor.
Tatarların Bağdat’a girişleri muharrem aynının son günlerine tesadüf ediyordu. Kılıçlar 40 gün müddetle Bağdatlıları biçmeye devam etti. İlim şehri Bağdat’ın bütün kütüphaneleri yıkıldı. Kitaplar nehre atıldı bütün devlet erkânı, ilim adamları ve yakınları kılıçtan geçirildi. 40 gün boyunca nehir kan ve mürekkep aktı. Halife muğtasımbillah’ı da safer ayının 14. günü katlettiler ve kabri silinip gitti. Hatipler, imamlar, hafızlar kâmilen öldürüldü. Aylarca Bağdat’ta camiler mescitler kapalı kaldı, cumalar tatil edildi.
40 gün sonra bu facia sona erince Bağdat’ın her tarafı çökmüş, yıkılmış ve parmakla sayıla bilecek az bir insan hayatta kalmıştı. Yollarda ölülerden tepeler meydana gelmişti. Yağan yağmur ölülerin şeklini değiştirmiş etrafa dayanılmaz bir koku yayılıyordu. Bu hal temiz havayı bile değiştiriyordu. Bundan dolayı şiddetli bir veba salgını baş göstermişti bu hastalık hava yoluyla şama’da sirayet etti ve bir sürü insan bu yolla telef oldu, dünyasını değişti.
Bağdat ta eman verildi haberi duyulunca insanlar gizlendikleri yerlerden, toprak altından, kuyulardan, mahzenlerden, kabirlerden çıkmaya başladılar ki bunalar gizlenerek kurtula bilen bir kaç sağ insan sağ insandı. Onlar da sanki mezardan çıkan ölüler gibiydiler. Birbirlerini tanımıyorlardı anne evladını, kardeş kardeşini tanımıyordu. Dışarıda da şiddetli bir vebanın pençesine düşerek eriyip gidiler.
Bu sadece tarihi vakalardan bir tanesi… Bu tarihin derinliklerinde, mazinin karanlıklarında kaybolup giden tatarlara mahsus bir vakıa mıdır?..
Hayır, asla!.. Modern devrin tarihi vakaları bu faciadan hiçte farklı değil… Hindistan’la Pakistan yarıldıkları zaman Hint putperestlerin Müslümanlara yaptıkları şenaat ve hıyanetler eski devirlerdeki tatarların yaptıklarından aşağı kalmaz… Hindistan tarafında kaldıklarından dolayı maruz kaldıkları zulümden kurtulmak için Pakistan’a hicret eden sekiz milyon Müslüman’ın Pakistan’a sadece üç milyonu ulaşabilmişti. Kalan beş milyon Müslüman’ın hesabı yollarda görülmüştü. Hindistan hükümetinin ileri gelenleri tarafından korunup kollanan muazzam bir putperest insan sürüsü Müslümanlara saldırı üstüne saldırı, tecavüz üstüne tecavüz etti. Yol boyunca onları kurbanlık koçlar gibi kestiler. Cesetlere akıllara gelmedik şenaatler işledikten sonra vahşi hayvanlara yem olarak bıraktılar. Tanzim edilmiş kuvvetlerin icra ettiği bu çirkin, şeni’ ve korkunç facia Müslüman memurların nakledildiği tren kervanında da işlenmişti. Hâlbuki Hint dairelerinde çalışan Müslümanlardan arzu edenlerin hicret edebileceği hususunda tam bir ittifak yapılmıştı. Bu kervanda elli bin memur vardı. Kervan Hindistan’la Pakistan arasındaki “Hayber” geçidinde elli bin kişi ile tünele girmiş fakat diğer taraftan dağılmış, parçalanmış, her tarafa yayılmış insan cesetlerinin parçalarıyla çıkmıştı…
Tatarların komünist Rusya’daki ve Çin’deki halefleri, oradaki Müslümanlara neler yaptılar neler… Çeyrek asır içinde 26 milyon Müslüman’ın canına kıydılar. Her yıl bir milyon kişi demektir bu… ve bu öldürme işlemi devam edip gitmektedir. İnsanı titreten, tüylerini diken diken eden işkenceler de cabası… Çeçenistan Rusya’nın içinde Müslümanların kanayan bir yarasıdır. Karabağ Ermenistan da aynı mezalimin bir parçası…
Çin kıtasında Müslüman Türkistanlılara karşı tatarların şenaatini gölgede bırakan olaylar vuku bulmuştur. Müslüman liderlerden bazıları getirildi, ana caddede bir çukur kazıldı. İşkence ve baskı ile Müslümanlar insan pisliklerinin getirmeye zorlandılar. Gübre için topladıklarını iddia ettikleri o pislikleri çukurdaki o Müslüman liderin üzerine boşalttılar. Üç gün müddetle bu işlem devam etti… ve sonunda adam kuyuda boğulup gitti.
Son zamanda Doğu Türkistan’ın Urumçi kentinde çıkan olaylarda Türkistan yetkililerinin verdiği bilgilere göre 1200 Müslüman hayatını kaybetti. 5000 i aşkın yaralı… Ve olaya müdahale eden polis olayın baş aktörü… Ölenlerin hemen hemen hepsi kafadan ve tek kurşunla öldürülmüştü. Bu da gösteriyor ki keskin nişancılar tarafından öldürülmüşlerdi… Bu bir soykırım değil de ne olabilir?..
Komünist Yugoslavya da Müslümanlara aynı şeyler uygulandı. Kadınlar erkekler pastırma makinelerine canlı canlı sokuluyor, diğer taraftan etten, emikten, kandan mamul bir hamur halinde çıkarılıyordu. Daha dün Bosnahersek’te Sırplar Müslüman Boşnakların çocuklarını anne babalarının gözleri önünde canlı canlı kıyma makinelerinde çekip köfte yaparak anne ve babalarına zorla yedirildiği ve daha birçok vahşice işlenen şenaatler henüz hafızalarda tazeliğini koruyor. Esirleri arenalarda vahşi hayvanların önüne atıp parçalanmasını seyrederek eğlendikleri unutulmadı.
Endülüs te İspanyollar farklı bir uygulama mı yaptılar? O kadar şenaat, ihanet ve işkence bir yana orada üç asır yaşamış bir medeniyetin bugün izleri bile yok edilmiş. Ne bir cami, ne bir kütüphane, ne bir saray, ne de bir başka şey… işte küfrün çirkin yüzü bu…
Bu gün medeni (!) diye lanse edilen batının farklı bir yüzü yok. Aynı şenaatleri birinci cihan harbinde biz yaşadık…
Cezayir’in işgalinde Fransızların yaptıklarını yine Fransız bir yazar anlatırken: “milletimden utanıyorum. Biz Cezayirli Müslümanları uçaklara doldurup 10 bin fit yüksekten aşağıya atarak öldürüyorduk” diyor.
Bulgaristan’ın belene kampları da unutulmadı. ABD nin Irak’ta, ebuguryb cezaevinde, guantanama da, yaptıkları… İsrail in Filistin’de Lübnan’da yaptıklarını ayrıca izaha hacet yok sanırım.
İşte bu, küfrün çirkin yüzü… Küfrün gerçek yüzü bu… Yüce rabbimin eşsiz kelamı ne kadar doğru: “ Nasıl ahitleri olabilir ki?,, fırsat bulup galip gelselerdi, size karşı, ne akrabalık bağlarına ne de muahede hükümlerine aldırırlardı.”
“Ne akrabalık bağlarına ne de muahede hükümlerine riayet ederler… Onlar taşkınların ta kendileridir.”
Onlar dünyanın teröristleridirler. hele İsrail, sınırları belli olmayan tek devlet olduğu gibi anlaşma tanımayan tek devlette yine odur.
__________________________________
1- Tevbe 8
Yazar : İkrami Berker