Ayşegül çocukken hayaller kurardı; okuyacağım, öğretmen veya avukat olacağım ya da bir iş, bir yuva kuracağım diye… Âşık olmak, sevmek ve sevilmek en güzel hayalleri olacaktı zamanı geldiğinde…
Anne babasını, akrabalarını, köyünde en az seksen yaşına gelmiş nineleri, dedeleri görünce; hele eşleri ile geçen onca seneleri düşününce hayallere dalardı. Kendisinin de okuduktan sonra bir işe girip, münasiplisi ile evlenip, güzel bir yuvada çoluk çocuğa karışacağını düşünmek onu mutlu ediyordu. Güzel nadide bir aile hayat kurup, gürbüz çocukları olsun istiyordu ve mutlu bir hayat düşlüyordu.
Böyle yıllar gelip geçiyordu, Ayşegül köy hayatı, iş tarla, bağ, bahçe olmasına rağmen okulunu da başarılı bir öğrenci idi. Öğretmeni onu çok severdi, çok zeki bir öğrenci olduğunu söylerdi ve derslerde onu ‘’okulun örnek öğrencisi’’ gösterirdi. Zaman zaman yanına çağırır konuşurdu, Güler Hanım Ayşegül senden çok ümitliyim çok inşallah okuyacaksın ve başaracaksın derdi.
Okulda ki davranışlarını, ders çalışmasını, disiplinini örnek gösterirdi öğretmeni, okulda arkadaşları tarafından sevilen bir öğrenci idi Ayşegül. Okul bitmiş karneleri almışlardı. Öğretmeni Güler hanım Ayşegül’ü yanına çağırdı onla bazı konular görüştü ve sakın bırakma sen okuyacaksın diye de tembih etti.
Ayşegül öğretmenine son kez sarılıyordu ve duygularına hâkim olamamıştı hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Bu durma arkadaşları da karışmıştı.
Öğretmeni de duygulanmış onunda gözlerinden yaşlar süzülüyordu sonunda ayrıldılar el sallayarak öğretmeni arkasından diyordu seni hep özleyeceğim Ayşegül diye selendi son kez arkadaşlarından ve öğretmeninden ayrılmanın karmaşık duyguları içinde evin yolunu tutmuştu Ayşegül.
Nihayet okulunu bitirdi. Okurken köyünde yaşıtları görücü usulü ile evlendirilmişti. Bazıları gönlünün istediği ile evlense de görücü usulü evlilik çoğunluktaydı. Ayşegül içinden görücü usulüne karşı çıkıyordu ama gelenekler karşısında pek bir şey söyleyemiyordu…
Ayşegül henüz on altı yaşını bitirmişti ama köyde adetler üzerine gelinlik kız olmuştu. Şaka yollu da olsa annesiyle evde bazı konularda konuşurken,’’ Ben kimseye varmam istediğimin dışında. Adet, töre beni bağlamaz.’’ diyordu. Dilinin altındaki baklayı çıkarıyordu annesine ve kardeşlerine…
Köydeki kadın hayatı çok zordu. Ev, bağ bahçe işleri, koyun, inek bakımı çok zordu… Aile bağları o kadar kuvvetli idi ki, hiç boşanma ya da terk olayı yoktu. Yağlı, yavan, acı, tatlı, beraberlerdi ve çok da mutlu şekilde yaşıyorlardı. Gelenek görenekler dâhilinde modern dünyaya inat gibi… Çocuklar, ‘’ölüm’’ olayları dışında, annesiz babasız büyümemiş ya da yetim, öksüz kalmamışlardı.
Ayşegül liseyi kasabada bitirdikten sonra köyden bazı akrabaları istemeye gelseler de Ayşegül reddedip, “Ben okuyacağım,” derdi.
Fatma teyze, kızını bir türlü ikna edemez ve kardeşi Aysu’ya da kızar, ‘’Sende söz dinlemezsin yarın bunun gibi!’’ derdi.
Ayşegül tüm zorluklara rağmen üniversite imtihanına girer ve istediği bölümü de kazanır. Babası Ahmet Bey çok sevinir kızının bu durumuna, bir de bizden okuyan çıkacak diye…
Ayşegül, Cumhuriyet Üniversitesi Matematik Öğretmenliğini kazanmıştı. Annesine,’’ Az kalsın senin yüzünden hayallerim yıkılacaktı, iyi ki de seni dinlememişim!’’ diyordu.
Fatma Hanım bir yandan kızının Üniversiteyi kazanmasına seviniyor bir yandan da çaktırmadan kızıyordu,” Seni çokbilmiş!” diye… Diğer yandan, ”Köy hayatı zor, ben çektim çocuklarım çekmesin!” diye, iç geçiriyordu.
Evin oğlu Gökhan askerdeydi. Ayşegül ağabeyi ile de paylaşmıştı Üniversiteyi kazandığını… O da çok sevinmişti kardeşi için… Ayşegül, Ahmet Bey ile gidip okul kaydını yaptırdı ve artık Üniversite öğrencisi olmuştu.
Köy ve okul hayatı arasında yıllar gelip geçer. Ayşegül, üçüncü yılının sonuna doğru tanıdığı, Selami isimli bir gençle yakın arkadaş olur. Zamanla birbirlerinden hoşlanırlar. Son yıl bu arkadaşlık iyice belirginleşir. İleriye yönelik planlar yapmaya başlarlar.
Okul bittiğinde iki genç öğretmen olarak ayrı şehirde göreve başlar. Selami Bey durumu ailesine anlatır. Ailesi hoşgörü ile karşılar ve Ahmet Bey’den Ayşegül’ü isterler… Kız ve oğlan istediğinden, kimse zorluk çıkarmaz ve söz keserler.
Selami Bey de nâkilini Ayşegül’ün bulunduğu ile alır ikinci ders yılında. Okullar başlamadan bir ev tutarlar. Ailelerinin de yardımı ile gerekli eşyaları alırlar. Aileler, kısa süre sonra kendi aralarında sade bir törenle nikâh kıyarlar. Ayşegül ve Selami birlikte yeni bir hayata başlarlar…
Aradan seneler geçer, iki çocukları olur. Birisi Orkun isminde erkek, diğeri de Birsu isminde kız çocuğu… Selami Bey’in ilgisizliği, hesapsız harcamaları, yeni teknoloji merakı, televizyon bilgisayar derken Ayşegül’e ve çocuklarına hiç zaman ayırmıyordu. Ayşegül ise çocuklar, okul, ev arasında bayağı yorulup yıpranıyordu ve artık huzursuzluk başlamıştı evde… Kırıcı konuşmalar, aksi hareketler kavgaya dönüşmüştü. Bundan en çok da Orkun ve Birsu etkileniyordu.
Birbirlerine saygılarını yitirmişlerdi. Ayşegül,’’ Benim sana ihtiyacım mı var? Allaha şükür maaşım var.’’ diyordu. Selami Bey de:’’ Ne halin varsa gör!’’ diyor, kesip atıyordu.
Sonunda iş mahkemeye intikal ederek, boşanma davası açıldı. Ayşegül davayı açtığında, konu şiddetli geçimsizlikti… Birkaç mahkeme sonra 4.cü celsede boşandılar. Çocukların velayeti Orkun’unki on sekiz yaşına kadar Ayşegül’e Birsu’nun ki de Selami Bey’ verildi.
Ayşegül’ün yıllar önce düşlediği, hayalini kurduğu evliliği; kendi inadı ve Selami Bey’in vurdumduymazlığına kızarak, kör gurura kurban etmişti. Mahkemeden ağlayarak çıkıyordu, çünkü Birsu’dan ayrılmıştı. Birsu anne diye ağlarken Orkun da hem Birsu hem de baba diye ağlıyordu. Selami Bey de çok üzülüyordu çocukların anne diye feryat etmelerine. Selami içinden ağlıyordu ama kör gurur bir türlü kırılamıyordu ve bir aile böylece parçalanıyordu.
Orkun ile Birsu’nun hiçbir günahı olmamasına rağmen, en çok hayatın tokadını onlar yemişti. Tam da Annelerine, babalarına muhtaçken nasıl sağlıklı yaşayacakları, nasıl bir ruh halinde büyüyecekleri belirsizdi. Toplumda bu olaylar o kadar yaygınlaşmıştı ki bir milletin geleceği söz konusu olur duruma geliyordu. Ayşegül köyündeki seksen, doksan, yaşındaki yaşlı çiftleri düşündükçe hayıflanıyordu böyle modernliğe… O cahil, okumamış, adını yazamayanlar kadar olamamıştı ve bir ömrü bir yastıkta kocatamamıştı. Düşleri, duyguları, gelecek hayalleri bir serbesti ya da bir ‘’ben’’ uğruna heba ediliyordu. Cezasını da minicik, günahsız yavrular çekiyordu.
Bir toplumu ‘’bitirmenin’’ en kolay yolu ‘’Aile hayatını’’ bozmaktır…
Yazar : Bekir AKBULUT