Derdin insanı eğitmek gibi bir yönü var. Dert çekmemiş insan yoktur zaten bu dünyada. Herkes bir şekilde kaderinde payına düşen derdini çeker.
Bu hayatın bir gerçeği. Kabul etmek gerek. İnsanın acizliğini insana duyuranda birşey aynı zamanda. Nefse ne kadar zor gelse de hayatımızı tamda bizim yönlendiremediğimizi fısıldar kulağımıza. evet doğrudur hayatımızı biz yönlendiremeyiz. Herşey bizim elimizde değildir. Herşey güzel giderken insan yanılır, nefsi diyebilir ki ben kralım, herşeye hükmedebiliyorum. Hayata hükmedebiliyorum. Halbuki bu bir yanılsamadır. Hemde koca bir yanılsamadır. Kalbimize iyi bakabiliriz, onun iyi olması için elimizden geleni yapabiliriz, sebepleri oluşturabiliriz ama bir gün tamda iyi baktığımız yerden hasta olabiliriz. Hasta olduğumuzda daha çok anlarız nefsimizin acizliğini.
Gücümüz yetmez bazen. Çok şaşırırız hatta bu duruma çoğunlukla. Şöyle olması gerekiyordu böyle oldu. Olur. Olabilir. Normaldir. Esas şaşırmamız gereken nefsimizin herşeyi kontrol edebildiğini sanmasıdır aslında.
Peki bunun sırrı nedir? Herşey güllük gülistanlık olsa gülün değeri nasıl anlaşılır? Herşey güzel olsa güzelin değeri nasıl bilinir? Yani bu dünya bir imtihan meydanı ise o zaman bir imtihanda olmalıdır. İşte imtihan budur. Eğrinin doğrunun olduğu bir dünyada doğru kalabilmek. Aklınla kalbinle doğruları bulmaya çabalamak. İmtihanda kalmamak için çabalamak.
Hüznün bile bir adabı vardır. İsyankar olmamalıdır yaratıcıya insan. Zaten iki yolu vardır bir derdi olduğunda, ya yaratıcının verdiği nimetlere şükrederek o derdini çözmeye çalışacak veyahutta yaratıcıya isyan edip verdiği diğer nimetleride görmeyerek veya onların gerçek değerini idrak etmeyerek öyle çekecektir derdini. Peki düşünelim hangisi makbuldür. Hangisi ziyandır, hangisi ziyadır. Birincisi hem yaratıcıya isyan etmemiş böylelikle günaha girmemiştir. Yani ahiretini kurtarmıştır. Hemde yaratıcının diğer nümetlerine şükür ettiği için elindeki nimetleri görür ve ümitsizliğe düşmez. Bu dertte geçer der. Vardır bir hikmeti der. Bir gün güneş doğar elbet der.bu dünyada olmazsa öbür dünyada hesabı verilir der. Yani bu dünyadada huzurunu korur. Diğeri ise yaratıcıya isyan ederek hem ahiretinin karartır, hemde bu dünyadaki diğer nimetlere gözünü kapadığı için ümitsizliğe garkolur, gittikçe karamsarlaşır, hayat onun için çekilmez olur. Akıl ve kalble düşündüğümüz zaman birincisinin daha makul olduğunu görürüz. Hemde yatatıcıya karşıda bir adab gereklidir. Edepli olmak lazımdır.
Konuyu bir örnekle kısaca açalım, örneğin gözümüzü düşünsek sadece, binlerce ilimler çıkar içinden. Gözümüzü biz yaratmadık, bir yatatıcısı var ve mükemmel yaratılmış. Gözün biyolojik yapısını bir araştırsak uçsuz bucaksız bilgiler çıkar karşımıza. Her yeni öğrendiğimiz bilgide hayretler içinde kalmamız çok olağandır. Peki gözümüzün çalışması bizim emrimizdemidir? Biz sadece koruyabiliriz. Peki
Gözümüz için şükür gerekmez mi ? Yani bir derdimiz olduğunda gözümüzün ne kadar değerli olduğunu unutsak mesela, bu bize ne kaybettirir ? Ümidimizi kaybettirir ilk olarak, çünkü herşeyin kötü gittiğini düşünürüz, sonra Yaratıcıya isyanın neticesinde ahiretini kaybettirir insana. Unutmasak onun verdiği şükür duygusu, ardından gelen yaratıcıya karşı olan sevgi saygı ve güven bize ne kazandırır? İç huzuru dostlar ve ahiret.
Son olarak hüznünde bir adabı olduğunu belirtmiştik. Edepli bir hüzün huzur içindeki hüzündür.
Yazar : Muhammed Aksoy